26 Mart 2017 Pazar


Sonsuzluğun Merkezi.

Önceki firarlarımda sonsuzluktan epeyce bahsettim. Bu onunla ilgili son firarım olacak şimdilik. Neden bu kadar üzerinde düştüm peki? Sonsuzluk üzerinde kafa yorabilmek o kadar değerli ki benim için. Çünkü bu kavram yaşadığımız yeri anlamak açısından oldukça önemli. Birazcık kalem de oynattık bu kavramı düşünürken. Çünkü sonsuzluk, sadece soyut bir kavram olmanın ötesinde, bazen son derece somut bir şekilde de görünebiliyor bize. Tabii zihnimizde bir cambaz ve elimizde bir kalem varsa mümkün oluyor tüm bunlar. Bin yıllardır insanoğlu işte bu heves sayesinde adına matematik dediğimiz o dili icat etti ve geliştirdi. Bugün hala geliştirmeye devam ediyor. Matematiğin beynimizle kurduğu o özel bağ ile anlamlandırabiliyoruz çevremizi ve evreni. İster basit bir toplama işlemi olsun ister uzay-zaman geometrisinin karmaşık hesapları olsun, bu bağın insanla kurduğu duygusal ilişki hiç değişmiyor. Bir şeyi çözüp anladığımız zaman yaşadığımız o his hep aynı. Yaşadığınızı ve bu yaşamı kavradığınızı anlama ve farkındalık hissi. Bizi insan yapan his.

Yaşadığımız yer dedik. Sahi biz nerede yaşıyoruz? Burası neresi? Sonsuz büyük bir evrenin küçücük bir parçası mıyız, yoksa sonsuz küçük bir evrenin oluşturduğu kocaman bir bütün müyüz? Tam ikisinin ortasındayız demek daha doğru aslında. Bizi oluşturan atomlar ve içinde var olduğumuz uzay. İşte biz bu ikisinin arasında bir yerlerdeyiz. Yerimiz tam olarak burası. Teleskopların ve mikroskopların bize sunduğu manzaraların kesiştiği küçücük bir kümede yaşıyoruz hepimiz. Sonsuzluğun iki ucunun ortasında, iki ucunu da göremeden ve dokunamadan, ama düşünerek ve anlamaya çabalayarak ömrümüzü geçiriyoruz. O kısacık sınırlı ömrümüzü bu uçsuz bucaksız devasa sınırsızlığı ve sonsuzluğu kavramak için sarfediyoruz. Tabii herkesin yolu aynı değil. Bilimsel ve matematiksel yolların yanında mistik ve destansı yollar da en çok aşındırılan yollardan biri bu idrak yolculuğunda. Peki neyi idrak etmeye çalışıyoruz tam olarak? Her şeyin başlangıcını, nedenini, nasıl son bulacağını, ne zaman yok olup gideceğini. Burada olmamızın sebebini, amacımızı, ne yapmamız gerektiğini ve görevimizi. Yeryüzünde bu kavrama yetisine sahip her beyin aslında aynı şeyleri düşünüp duruyor tüm hayatı boyunca. Ve herkes aynı yere varıyor ömrü tükenince. Yollar, kullanılan taşıtlar ve camdan bakınca görünen manzaralar farklı sadece.


Mucizevi kısmı da işte bu düşünce aleminin. Koca bir alem var ortada içi düşüncelerle dolu. Sadece iki kapısı var biri girmek için diğeri çıkmak için; doğum ve ölüm. Evrenin bir teleskoplardan görünen ışığın yansıttığı tarafı var, bir de bu düşünce aleminin yansıttığı farkındalık ve kavrayış tarafı var. Anladığımız müddetçe yaşarız ve doğum ve ölüm var olur bizim için. Eğer evreni anlamıyorsak doğum da ölüm de hiçbir şey ifade etmez, edemez bize. Bu evren sadece görüntüden ibaret değil yani. Zihnimizin aklımızın içinde de var bir evren. Belki de ikisi de aynı alem. Yorumlayışımız anlayışımız girişimiz ve çıkışımız farklı olsa da bu evrenlere, atomlardan ve elektriksel akımlardan oluşan beynimizin bu evrenin bir parçası olduğunu hiç kimse inkar edemez. Evrenin işleyiş kuralları neyse beynimiz de aynı kurallara uymak zorunda bu yüzden. Bu kuralların yarattığı bir akıl ve bu akılla yarattığımız bir alem. Düşünce alemimiz, evrenimiz. Bizi yaratan tek gerçek evrenin içinde kendi yarattığımız, bize, sadece kendimize ait biricik ve aynı zamanda yaşayan tüm insan sayısı kadar milyarlarca adet var olan zihinsel evrenlerimiz, alemlerimiz.

Bu alemler içinde boğulmamak imkansız. İnsan delirme noktasına geliyor bazen. Bir kurtarıcıya ihtiyaç duyuyor bu yüzden. Bir yaratıcıya. Bir çıkış noktası o. Bir kaçış. Bu alem bizim zihnimiz için o kadar büyük o kadar karmaşık ve o kadar anlaşılmaz ki çıldırmak işten bile değil. Bu anlarda sarıldığımız bir kudret bizi sakinleştiriyor hemen. Ona sığınıp ondan bize öğretmesini bekliyoruz. Ama kendi sınırımız kadar. Bize ne öğreteceğini de gene aslında biz kendimiz belirliyoruz. Yeryüzündeki her bir sağlıklı normal zihnin işte böyle bir güce ihtiyacı var. Kendi sınırlarımız çerçevesinde onunla iletişim kurup ondan medet umarız. Bu beklentiler tamamen aklımızın kapasitesiyle doğru orantılı. Kimi evreni meydana getiren Büyük Patlama'dan (Big-Bang) hemen önce neler olduğunu ona sorarken, kimi yağmur yağması ekinlerin yeşermesi için ona dua eder. Dua aslında bir iletişim yöntemidir sadece. Bizden ona giden bir yoldur. Bu iletişimin tek taraflı bir yol olduğu düşünülebilir ilk başta lakin aynı yoldan bize geri dönen bir şey vardır; Güç. Bu güç bizi hayatta tutar. Bu güç bizi cesaretlendirir yönlendirir ve kendimize uygun yolu seçmemizi sağlar. Seçtiğimiz anda da işte bu idrak yolculuğumuz başlar. İster mistik olsun ister bilimsel olsun, işte bu güçle ilerleriz o yolda hepimiz, her zaman.

Zaman demişken bir sonraki firarımı zamana doğru yapacağımı kendime haber vereyim şimdiden :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder