26 Mart 2017 Pazar


Zaman Nedir?

Zaman konusunda belki herkesin hem fikir olduğu tek bir gerçek vardır, o da zamanın sadece tek bir yöne doğru ilerlediğidir. Evet, zaman hep ileriye doğru akar. Bu yüzden de gelecekte ne olacağını kesin olarak bilemeyiz. Ama geçmişteki tüm olayları eksiksiz net bir şekilde hatırlarız. Bu hatırlama işi artık eskisinden çok daha da kolay üstelik. Çünkü artık hepimizin elinde şu önümüzde akan zamanı hafızasına kaydeden elektronik kameralar var. Hemen her anımızı kaydetmeye de bu kadar meraklı olduğumuz için geçmişi resmen cebimizde taşıyoruz diyebiliriz. Peki ya geleceği çeken kameralar olsaydı elimizde?

Düşünün, bir arkadaşınızın doğum gününe gittiniz mesela. Arkadaşınız tam pastadaki mumları üflerken siz onun resmini çektiniz elinizdeki kamerayla. Sonra çektiğiniz bu resme baktığınızda arkadaşınızın kıyafetinin değiştiğini, pastanın çikolatalı değil de limonlu olduğunu, ve arkadaşınızın yanında onunla birlikte poz veren bazı insanların bu resimde olmadığını farkettiniz. Pastaya daha dikkatlice bakınca da pastanın üzerinde fazladan bir mum olduğunu gördünüz. Nereden gelmişti o fazla mum ve tüm bu değişikliklerin sebebi neydi? Aklınız mistik olaylara her zaman şüpheyle yaklaştığı için bunun tek bir açıklaması olduğunu anladınız hemen; Geleceği çeken bir kamera vardı elinizde.

Bu mistik değil mi peki? Hayır, çünkü bilim bize aslında geleceğe gidebileceğimizi söylüyor. Hem de son derece sıradan durumlarda bile bu mümkün. Sadece daha hızlı yürümeniz yahut zemin katında bir evde yaşamanız yeterli bunun için. Evrende iki temel durum zamanı etkiliyor. Biri hız, diğeri yerçekimi. Eğer bir noktaya göre daha hızlı gidiyorsanız, yahut bir noktaya göre yerçekimi sizi daha çok etkiliyorsa siz zamanda o noktaya göre daha yavaş ilerliyorsunuz, yani zaman sizin için daha yavaş akıyor demektir. Bir başka deyişle, eğer yürüyorsanız duran birine göre, eğer zemin katta oturuyorsanız da üst kattaki komşunuza göre daha yavaş yaşlanıyorsunuz demek oluyor bu. Tabii bu fark o kadar ama o kadar küçük ki hiçbir şekilde yaşamımızı etkilemiyor elbette. Lakin böyle bir fark var ve ölçülebiliyor.

Hız ( + ) / Yerçekimi ( + )  ...  Zaman ( - )

Bu fenomen Einstein'ın genel ve özel görelilik formüllerinden ortaya çıkmıştır. Bu formüller bize hızın ve yerçekiminin zamanı etkilediğini söyler. Aynı formüller bize evrenin genişlediğini, enerjinin ve maddenin aynı şey olduğunu, ışık hızının her yerde sabit ve geçilemez olduğunu, uzayın eğilip bükülebilen esnek bir dokudan oluştuğunu, maddenin / enerjinin bu dokuyu eğip bükebildiği, yerçekiminin de bu eğimler sonucu oluştuğunu, ışığın ve kütlenin işte bu bükülmüş uzayın kavisleri üzerinde hareket ettiğini, ve en önemlisi "zaman" dediğimiz algının uzayın dokusuyla içiçe geçmiş bir "şey" olduğunu da söyler aynı zamanda. Daha başka şeyler de söylüyordur elbette o formüller ama şimdilik önemli olan zaman dediğimiz o şey.


Ezelden beri zaman hep var mıydı? Yoksa zaman evrenle birlikte mi var olmaya başladı? Evrenin başlangıcından yani büyük patlamadan "öncesi" anlamsız ve tanımsız mıydı? Çünkü zaman o büyük anın öncesinde henüz daha yaratılmamış mıydı? Zamanla ilgili daha çok soru sorulabilir. Bu soruları sadece bilim insanları sormuyor. Aslında bunları hepimiz merak ediyoruz. Ama pek konuşmak ve sorgulamak istemiyoruz. Yaratıcının işine karışmak korkutuyor bizi her nedense. Ama şöyle düşünün bir. Biz de bu yaratılmış koca evrenin ve zamanın bir parçası değil miyiz? Parçası olduğumuz şeyleri merak etmek neden korkutucu olsun ki? Hem bunları düşünerek ve konuşarak yaratıcının işine karışmış değil, tam aksine onun işini defalarca zikretmiş ve eşsiz eserlerine hayran kalmış olmaktan başka ne yapabiliriz ki? Bilim, tanrıyı yok etmek için değil bilakis onu yüceltmek içindir.

Bu korkumuzun tek sebebi, tanrıyı zihnimizde konumlandırdığımız yerdir aslında. Bu zihnimizdeki çok özel yeri dini öğretiler ve çevresel aktarımlar inşa ettiği için de o yer bize ait değilmiş gibi davranırız hep. Beynimizdeki o bölgeye girmeye hatta yaklaşmaya bile çekiniriz. Çünkü biz yaratmamışızdır o bölgeyi. Bize ait değildir orası. Başkaları beynimize girip tanrıyı inşa etmiş ve etrafına da kalın duvarlar örüp, çitlerle çevirip, hendekler kazmıştır ona yaklaşmayalım diye. Bu toplumsal inşaatın elbette birçok sosyal ve siyasi sebepleri vardır ama şimdi konu bu değil. Bu sebeplerden daha ileride bahsetmek isterim. Şimdi zamanımızı bulandırmayalım hiç.

Halbuki hiç dış müdahale olmadan her özgür zihin tanrıyı kendi çabalarıyla bulabilir. Sadece etrafındaki canlılığa ve uzaklardaki yıldızlara bakması yeter. Çünkü evrenin kendisi bizzat tanrıdır. Zaman da bu evrenin, yani tanrının, kendi içinde sürekli hareket etmesini sağlayan ona devinim kazandıran ona enerji veren bir dinamo gibidir. Ve işte bu hareket ve devinim sayesinde ise evrendeki parçacıklar birbiriyle etkileşime girip atomları, yıldızları, galaksileri, süper novaları, yeni yıldızları, gezegenleri ve en sonunda da bizi oluşturmuştur.

Tanrının içinde yaşamıyor muyuz hepimiz? Bize sonsuzluğu anlatan evreni ve ona güç veren zamanı en başından beri bize kadar taşıyan tanrının ta kendisi değil midir? Bu bir soru değil bir sonuçtur. Benim zihnimin kendi çabalarıyla bulduğu bir sonuç. Bu sonuç doğru mudur yanlış mıdır bilemem ama ben bu sonuçla şimdiye kadar hep mutlu oldum, ve bu sonuçtan hiçbir zaman kuşku duymadım. Bu da bana hep yetti. Tanrıyı bulmak için hiçbir şeye ve hiç kimseye ihtiyaç duymadığımı o kıymetli zamanını ayırıp da bana bir şekilde fısıldayan bu sonsuz evrene minnet duydum hep.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder